Genetik materyale ilişkin gözlemler
1944’e kadar yapılan gözlemler genetik materyalin protein olduğunu düşündürmüştür:
Genetik materyalin rolü için hem proteinler hem de nükleik asitler başlıca adaylar olduğu halde genetikçilerin çoğu 1940’lara kadar proteinlere şans tanımıştır.
Bu inanç 3 faktörden kaynaklanmıştır:
1. Faktör
- Proteinler hücrede bol bulunmaktadır.
- Protein miktarı farklı olmakla birlikte, hücrelerin kuru ağırlığının %50’sini oluşturur.
- Hücrelerde fazla miktarda ve çeşitte protein bulunduğu için bu proteinlerin bazılarının genetik materyal olarak işlev görebileceği yönündeki düşünceleri şaşırtıcı olmamalıdır.
2. Faktör
- DNA molekülünü oluşturan nükleik asitler 4 farklı azotlu baz içerirken proteinler 20 değişik aminoasit içeriyordu ve farklılığın temelini oluşturabilirlerdi:
Sonuç olarak genetik materyale ait spekülasyonlarda proteinler ağırlık kazanmış ve nükleik asitler bu yönde dikkatlerden kaçmıştır.
3. Faktör
- 1940’tan önce genetikçilerin çoğu aktarım (transmisyon) genetiği ve mutasyon çalışmalarıyla uğraşmıştır:
Bu alanda elde edilen bulguların yarattığı heyecan genetik materyalin tam olarak hangi molekül olduğu kaygısını geri plana itmiştir, böylece en güçlü aday olan proteinler genetik materyal olarak pasif bir biçimde kabul görmüştür.
DNA’nın genetik materyal olduğu yönündeki kanıt ilk defa bakteri ve bakteriyofajlarla yapılan çalışmalar sırasında elde edilmiştir:
- Frederick Griffith transformasyon deneyi
- 1944’te Avery, MacLeod ve McCarty 10 yıllık bir çalışma sonucunda transformasyon yapan maddeyi saf olarak elde ettiklerini ve transformasyondan sorumlu molekülün şüphesiz bir biçimde DNA olduğunu bildirdiler.
- Hershey-Chase deneyi (bakteriyofaj)